28 Haziran 2011 Salı

Bi' Tur Atıp Geldik :) Batı Karadeniz...


Şu giriş bölümleri beni hep zorlamıştır. Hatta bir sürü taslak var bloğumda ama yazılarını yazmaa üşendiğim için ekleyemiyorum :D Pat diye ekleyiversem, direkt konuya girsem de size ayıp olur diye düşünüyorum. Ortaokul-lisede de böyleydim sanırım kopozisyon derslerinde. Hep 5 alırdım ama onun başını gel sen bir de bana sor :P Biri giriş bölümünü yazsa ben gerisini getiririm uzun uzun upuzun ama o ilk cümleler yok muuuu! Yok işte yok :P Gerçi ben bunun tersini de savunabilirim size. Yani bir yazı yazarken giriş bölümünü çok kolay bir şekilde yazabildiğimi ama devamını getirirken zorlanıp sıkıldıgımı da söyleyebilirim :D Evet evet bir kez daha söylüyorum ki bence ben yükseleni ikizler burcu olan bir boğayım :)


Neyse efendim, girişi de böyle abuk subuk bir şekilde yapıp atlattıktan sonra gelelim bu postun konusunaaa :)
Hani arasıra diyorum ya "gezmeyi-yemeyi-içmeyi seviyoruz." diye. Seviyoruz ama genelde bu sevgimizin gezme kısmı hep erteleniyor. Ya vakit olmuyor yada para olmuyor :P Yada her zamanki gibi bizim eşi bulunmayan üşengeçliğimiz giriyor devreye :D Ha bir de benim yol korkum var tabi :( Ona hiç girmeyeyim. Çünkü bu yüzden mesela Karadeniz turuna hiç çıkamayacağım. Umre yada Hacca gidemeyeceğim sanırım :( Dua edin şu uçak korkum bi şekilde gitsin benden ve Hacca gidip geleyim inşallah sağ salim.
Dağıtmayayım ben konuyu da gezimizden bahsedeyim biraz.



Yıllardır merak ettiğim bir yerdi Safranbolu. O güzelim evleri gördükçe gidesim hatta oralarda yaşayasım gelirdi. Bir-iki yıldır da Amasra-Bartın'ı merak ediyordum. Tur şirketlerinin Batı Karadeniz turları var ama şu Bolu Dağı yolundan falan hep korktugum için ve yukarıda saydığım diğer sebeplerden dolayı erteliyorduk işte.



En sonunda kırdık şeytanın bacağını ve vazgeçemeyeyim diye hemen yaptırdım rezervasyonu :) Rezervasyon yaptırmadan önce tur şirketleri arasında kararsız kaldım. Jolly Tur,ETS Tur ve Anı Tur...



ETS en kalitelisi gibi geliyordu bana hep nedense ama fiyatlar da diğerlerinden daha pahalı. Anı Tur en uygunlarıydı ama bu sefer de "niye bu kadar ucuz acaba" diye şüpheler oluşmuştu ve JOLLY Tur'a karar verir gibi olmuştum. Sonra birkaç arkadaş Anı Tur'u önerdi ve Bismillah deyip aldım turu Anı Tur'dan.



Ve seyahat zamanımız geldiğinde otobüsümüz tam zamanında geldi bizi alacağı yere. İlk olumlu puanı da almış oldu benden :) Rehberimiz, rehber yardımcımız Furkan ve şoförümüz gayet sıcakkanlı ve güleryüzlüydüler. Benden ikinci olumlu puanlarını da almış oldular :)



İlk durağımız Abant Gölü oldu ama fazla vakit geçirmedik orada. Yarım saat dolanıp Safranbolu'ya doğru yola çıktı. Bolu Dağı üzerinden geçerken öldüm öldüm dirildim :( Daha sonra bir yerlerde şoförümüze, benim çok korktuğumu ve dönüşte Bolu Dağından geçerken çok çok yavaş gidip gidemeyeciğini sordum. O da "madem korkuyorsunuz tünelden geçeriz." dedi. Bissürü daha olumlu puan almış oldu benden :))
Güzel bir yolculuk sonrası Safranbolu'ya vardığımızda o hep bahsedilen büyüye biz de kapıldık! Bambaşka bir alem oralar...



Şansımıza hava da çok güzeldi. Güneşliydi ama bir yandan püfür püfür de bir rüzgar esiyordu. Her taraf yemyeşil. Hani bazı yerleri anlatırken kullanılan klasik cümleler vardır ya, "masal diyarında gibiydik" biz de işte. İnsan "bugün"de yaşadığını unutuveriyor.



Hele o konakları da gezdik ya, tamam bitti bende herşey! Konaktaki o eski sedirde, camdan içeri el emeği perdeleri uçuşturarak giren esinti eşliğinde, konak ahalisinin gezinirken çıkardıgı tahta gıcırtılarını duya duya kıvrılıp uyumak istedim.
Oraların tarihiyle ilgili hiçbirşey anlatamayacağım size. Rehberimiz sürekli anlatıyordu ama ben hayran hayran etrafa bakınmaktan hiçbir anlattıgını dinleyemedim. Zaten elinizin altında internet var, arayıp bulabilirsiniz :) Ama en güzeli gidip görmeniz ve yerinde öğrenmeniz.



Bu da Safranbolu'nun safranı :) Bu bitki hakkında azıcık bilgi vereyim bari :) Yarım kilogram safran 80.000 çiçekten çıkarılabiliyormuş. Kendi ağırlığının 100.000 katı kadar suyu sarı renge boyayabiliyormuş. Ve çok pahalı. Yeter bu kadar bilgi, daraldım :P Tabi gitmişken safranlı lokum ve safranlı kolonya almamazlık da etmedik :)Haaa bir de su simidi (susamsız, dışı biraz sert içi yumuşak simit) ile Bağlar gazozu meşhurmuş, onları da yedik, kaçmaz bizden :D Amaaaa maalesef meşhur Dibek kahvesinden içemedik :(( Turla gitmenin tek kötü yanı bu aslında, koştura koştura geçiyor herşey biraz.



Dibek kahvesiyle ilgili bilgiyi de bu linkten alabilirsiniz :)
Şu aşağıdaki de güneş saati.



İlk günümüzü bu şekilde geçirdikten sonra akşam Çelik Palas Otel'de kaldık. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra erkenden yola çıktık ve Yörük Köyüne gittik.





Yörük köyünün iki yanında ahşap evler sıralı olan taşlı yollarında ilerledikçe Safranbolu aklımdan çıkıp gitti... Burası çok çok daha güzeldi. Tam bir bakir köy. Köy kadınları küçük küçük tezgahlarını açmaya başlamıştı biz gezicilere yöresel ürünler satabilmek amacıyla.





Bir de yoldayken inanılmaz bir yağmur başlamıştı ve biz köye gittiğimizde de devam ediyordu. Bir kısmımız tur otobüsünden aldıgımız büyük boy çop poşetlerini kafamızdan geçirdik, yüzümüzün oldugu yerini yırttık ve öyle gezindik :)



Hem böyle bir yağmur hem de yemyeşil bahçeler miss gibi bir koku yayıyordu etrafa. Yani yağmur bizim için eziyet değil apayrı bir güzellik olmuştu. Ve bir bakıma iki farklı mevsimi yaşamış olduk o güzel yerlerde. Beni burada bırakın gidin dedim ama :( Evler 400-500 bin civarındaymış. Üstelik restore edilmemiş halleri. Gerçi o döküntü halleri bile çok güzeldi.



Eskiden beri süregelen bir gelenek varmış buralarda. Avlu dışındaki ilk kapıda yani konağın giriş kapısında iki adet halka var. Kapnın iki kanadında birer adet olmak üzere. Ve o halkalardan birinde bir ip bağlı oluyor. Eğer o ip aşağıya salıksa "evdeyim, müsaitim." demekmiş. O ip iki halkaya gevşek bir şekilde bağlıysa "Evde değilim ama hemen döneceğim." anlamındaymış. Eğer o ip o iki halkaya sıkı sıkı bağlıysa "Uzun müddet evde yokum." demekmiş. Daha neler neler...



Yani öyle incelikler var ki geleneklerimizde, çoktaaan sildiğimiz/unuttuğumuz...

Yörük Köyünün de tadını çıkardıktan sonra Bartın-Amasra'ya gittik. Oraya ait fazla fotoğraf yok elimde buraya koyabileceğim. Zaten fena bir rüzgar ve yağmur vardı. Karadeniz'in o hırçın ve yüksek dalgalarına yakından şahit olduk. Ama o şekilde bile hayranlıkla gezdik her noktasını. Eee ne de olsa Fatih Sultan Mehmed'in, güzelliği karşısında büyülenerek "Lala, çeşm-i cihan (dünyanın gözü) bu mu ola?" diye şaşkınlıkla seyrettiği bir manzara vardı etrafımızda!

Amasra'dan sonra bastonlarıyla ünlü bir belde olan Devrek'e uğradık yarım saatliğine. Devrek bastoncularının en ünlü olan rahmetli Münteka Çelebi'nin atölyesine uğradık. Babalarının vefatından sonra oğulları devralmış atölyeyi. 30 TL'den başlayıp epey yukarı doğru çıkıyor fiyatlar. Vakit kısıtlı oldugu için hepsine bakamadım ama orada gördüğüm en pahalı baston 2750 TL idi. Biz de hatıra babında en ucuzundan aldık kendimize bir tane :)




Gezmekten bu postu yazmak kadar yorulmamıştım yahu :) Daha yazacak çok şey var aslında ama hem sizi sıkmayayım hem de kendim sıkılmayayım diye bu bloğun bu postuna da burada son verip huzurlarınızdan çekilirim efendim :)

ÖZET: Anı Tur iyiydi, Batı Karadeniz turu hem vakit ve fiyat hem de gözün gönlün bayram etmesi açısından idealdi. Tavsiye edilir :)

15 Haziran 2011 Çarşamba

Düzgün Yapamadığım Kremalı Milföy Sarma :)


Gecikmeli de olsa yine karşınızdayım değerli gönül dostları. Bugünkü blog yazıma başlamadan önce hepinizi saygı sevgi ve muhabbetle selamlıyorum efem.
Ehehehe ne biçim de bi giriş yaptım dimi :P Neyse, ben aslıma rücu edeyim :)
Sıcaktan hiç hoşlanmayan ben, bu aralar şu sıcak havayla iyice bunalmış durumdayım. Keşke hep kış olsa demeyeyim ama keşke hep bahar olsaydı bari :) Yada her daim püfür püfür bir rüzgar esseydi. Yada hep evde otursaydık bu sıcak havalarda. Maaşlar da eve yollansaydı :P Şimdilik tek tesellim, Temmuz'da inşallah tatile gidecek olmamız. O misss gibi denizi düşünüp serinlemeye çalışıyorum :P
"Bu aralar hep yemek tarifi veriyorum, sanki tarif bloğuymuşum gibi." diyecektim ki "dur bi bakayım bloğa." dedim. Meğer bu aralar hep yemek tarifi falan verdiğim yokmuş meğer :P Ben nerede kaldıysam artık :D
Bir müddet önce burada bahsetmiştim, liseden arkadaşlarımın bana geldiğinden. İlk kez geldiğinden ve çok güzel bir gün geçirdiğimizden. İşte o gün için mamalar hazırlarken, çok güzel tarifleri olan ve takip etmenizi önereceğim mutfakhatiralari.com 'da görselliği çok hoş olan bir tarif gördüm. Ben menümü hazırlamıştım aslında ama deneyesim geldi. İtiraf edeyim ki, misafirleri değil kendimi düşündüm bu tarifi tatmak için :P Çünkü gözüme çok güzel göründü. Benimkiler pek güzel görünmediği için, tarif sahibi mueddibenin affına sığınarak onun fotoğraflarından birini (ç)alıp yukarıya ekledim :) Şu aşağıdaki de benimki :D Fıstıksız mıstıksız :P



Şimdi de tarife geçeyim.

Malzemeler:

6 kare milföy hamuru

1 yemek kş un
1 yemek kş mısır nişastası
1 su br sür
Toz şeker (istediğiniz kadar)
1 paket vanilya

1 adet muz
Çekilmiş antepfıstığı

Yapılışı:

Öncelikle, milföy, antepfıstığı ve muz haricindeki malzemelerle bir krema hazırlayın ve kenarda soğumaya bırakın.
Yumuşayan milföy karelerinin her birini 5 şerit halinde kesin. şeritleri aşağıda görüldüğü gibi kaşık-çatal ne bulursanız onların saplarına sarın ve fırına verin.



Bunlar için özel sarma çubukları da oluyormuş sanırım ama bende ne gezer :D Zaten kolayca çıkıyor kaşıklardan da. 175-200 derecedeki fırında üzerleri kızarana kadar pişirip soğutun.
Soğuduktan sonra, içlerine krema doldurun. Milföylerin her iki tarafına küçük muz parçası koyun ve antep fıstığına bulayın. Sonra da oturup yiyin, kalırsa bana da yedirin :) Haydi görüşürüz blogcanlar :)

1 Haziran 2011 Çarşamba

Kumaşçı Geldi Haaaanııımm :)


Merhaba sevgili okurlarım.
Tamam vurmayın kafama kafama, hşşt atma o terliği yahu :) Ne yapayım, fırsat bulup da yazamadım :( Üstelik evdeki bilgisayar ve internet bağlantımız da bozuldu. Ah neler çektim bi bilseniz :P Güççücük telefon ekranından girmeye çalıştım hep internete. Ama blogumla ilgili birşey yapamıyordum :( Bu hasretlik eritti bitirdi beni, desem bile inanmazsınız ki, kıh kıh :)



Her uzun ara verdiğimde yorum yazanlarım azalıyor ama olsun. Elbette ki çok çok önemlisiniz benim için ama kimse yorum yazmasa, beni okumasa bile devam ederim ben bu blog işine. Hoşuma gidiyor. Bir nevi rahatlama biçimi, geçmişi hatırlama biçimi. Hatta postlarıma ufak tefek ipuçları koymak istiyorum. Sadece benim anlayabileceğim ve teeee ileride baktıgımda "aa bugün bu olmuş" falan diyebileceğim :)



Ben ortaokul yada lisedeyken de her harfe kendimce bir simge uydurmuş ve o simge-harflerle günlük tutmuştum. Herşeyi yazmıştım. Hala duruyor o günlüğüm ama maalesef ben o simgeleri unutmuşum :D Bi işe yaramadı yani :P Amaaann benim yapacağım gizli saklı iş de anca bu kadar olur zaten hehehe :))



Bu kadar boş beleş laftan sonra size ciddi birşey söylemek istiyorum aslında. Ben bir ev tekstili firmasında çalışıyorum. Yurtiçi ve yurtdışı satışları olan bir toptancı firmayız. Ve bir müddettir gittigidiyor.com üzerinden de bazı ürünlerimizi satışa açtık.





Fiyatlarımız gayet uygun. Sizin de bir göz atmanızı tavsiye ederim. Bu da benim sizlere kıyağım olsun :)