27 Şubat 2010 Cumartesi

İki Kitap, Bir Film Ve Ben :)

Ayy beniim bloğum kitap ve film bloğu falan mı olsa acaba :) Hem kolay malzeme bulurum:P Film deseeen, arşiv epey geniş evde. Kitap deseeen, evdeki kitaplıklar yetmediği için poşetlerin içinde sağda solda fışkıran kitaplarla dolu ev :P Hem, tavsiye ettiğim kitaplardan beğendikleriniz olur da alır okursunuz belki. Böylelikle ülke ekonomisi canlanır, kültürlü bir toplum oluruz :P Bloğuma gelen giden sayısı buna yeter mi diye sorarsanııızz, cevap vermemeyi tercih eder ve bu haftaki kitaplarımla filmime atlayış yaparım sevgili caaanım okuyucularım :P
İlk kitabımız Osmanlı Sarayında Kadın Sultanlar:

Okuldaki tarih derslerinde tarihi öğretmeye çalışırlarken hocalarınız size de hep padişahlardan, krallardan, savaşlardan, fetihlerden, anlaşmalardan bahsettiler sadece değil mi? O koskoca devletlerin, imparatorlukların başında bulunan erkeklerin eşlerinden söz eden olmadı pek. En fazla, toprak karşılığında yada anlaşmalar gereğince evlenilen kadınlar olarak okuduk birkaçının adını. Halbuki hep varlardı. Kimisi eşlerine destekleriyle ve yetiştirdikleri çocuklarla devletin bekasını sağladı, kimi ise türlü entrikalarla devletleri çöküşe sürükledi. İyi yada kötüydüler. Bu kitapta, herbirinin "kadın" yönüne şahitlik ediyoruz, yaptıklarını yargılamadan. Öykü tadında. Kitabın girişinden bir iki cümle sunasım geldi: "Tarih, elinde eski fotoğrafla dolu can sıkıcı kutusuyla gezinen ihtiyar bir adam değildir... bana sorarsanız çok çocuklu bir ailede güç bela da olsa, nihayet herkes yattıktan sonra odalarda huzurla dolaşan, ılık bir havadır o..." Ve o ılık havayı bu kitapta hakikaten hissedebiliyorsunuz zihninizde.
Sibel Eraslan'ın hemen hemen bütün kitaplarını çok beğenmişimdir. Yazarının bir kadın oldugunu hissederek okuyorsunuz bütün yazdıklarını. Kadınlara özgü o hassasiyeti, yumuşaklığı, kırılganlığı, şefkati hep yansıtıyor cümlelerine. Hiç okumadıysanız, Fil Yazıları yada bu bahsettiğim kitaptan başlamanızı tavsiye ederim.

İkinci kitabımız da Leylak Zamanı:

Dün bitirdim bu kitabı da. Tam bir Maeve Binchy kitabı işte :) Kendisi, okuyucuyu kitabın içine daldırmayı başarabilen yazarlarımızdandır efem. Ama bildiğiniz roman işte :) Hatta vasat bir roman. Yani ne okuyun diye şiddetle tavsiye ederim, ne de okumayın derim. Benim yaptığım gibi, bir arkadaşınızdan ödünç alabiliyorsanız, can sıkıntısı giderme niyetine okuyun gitsin :)

Bir sonraki kitap tanıtımımda şu kitaplar olacak inşallah: Kamelyalı Kadın ve Udi. Udi'nin kendisinden çok yazarına değinmeyi planlıyorum.

Gelelim filmeee :) Pek beceremem film anlatmayı ama çok beğendim bu filmi. O yüzden anlatmaya çalışacağım. Anlatamasam da siz mutlaka seyredin tamam mı :)

Filmin adı: Twilight. İsme tıklarsanız fragmanını seyredebilirsiniz. Gerçi bu filmi çoktaaaaaan seyretmişsinizdir belki de :) Ben her zamanki uslanmaz önyargımla epey direndim önceleri seyretmemek için :) Ama dün akşam mecburiyetten seyretmeye başlayınca bayıldım! Uuzuuun zaman sonra ilk kez güzel bir film akşamı geçirmiş olduk eşimle :)

Bu bir seri aslında, biliyorsunuzdur. Epey uzun bir süre gündemde kaldığı için, üç beş kelimeyle de olsa hafızanızda bir yere sahiptir diye düşünüyorum :) Kitapları da var. Kitapyurdundaki listemde alınmayı bekliyorlar :) Onları da alıp okuduktan sonra buarada anlatırım ama bu film çoooooook güzel. Lütfen seyredin lütfen lütfen lüüüütfeeeennn :)))

Bugün Cumartesi. Fotoğraf çekimimiz var. Bakalım sizlere nasıl fotğraflar getireceğim :) Merak edin, dört gözle bekleyin beni tamam mı? :) Hadi ben gittim yine yeniden :)

24 Şubat 2010 Çarşamba

Şipşak :)



Cumartesi günü fotoğraf kursumuzun Kadıköyde dış çekim dersi vardı. Dış mekandaki ilk dersimizi gerçekleştirmiş olduk. Ufaktan ufaktan fotoğraf çekmeye başladık galiba. Benimkiler hala kötü oluyor gerçi :P Birsürü fotoğraf çektik. Dersten sonra ben çektiğim fotoğraflara baktım ve en kötülerini (ki %90'ına tekabül ediyor :P )sildim hemen. Ama meğer hepsini çıkartmamız gerekiyormuş. Çünkü bir dahaki derste bütün o çektiğimiz fotoğrafları değerlendirecekmiş hocamız :( Ve ben hatalarımın neler oldugunu öğrenebilecektim. Uyuz oldum kendime bir kez daha. Şimdi bir dahaki dış çekim dersini iple çekiyorum.
Size de bir iki fotoğraf sunuyorum. İdare eder işte :) Her türlü eleştireye açığım :D



Bu küçük ve cici kızcağız da martılara simit atıyordu. Bir kendi yiyor bir martılara veriyordu :)


Ekleme: Meğer bu küçük kızın da bloğu varmış efendim :) Dünya ne kadar küçük :)

22 Şubat 2010 Pazartesi

Kitaplarım

Kitap okumayı ilkokul öncesinden beri çok severim. Bir önceki postumda, mim sorularını cevaplarken de değinmiştim. Kitapları sevmemde öncelikle annemin, dayımın ve okula başladıktan sonra da ilkokul öğretmenimin çok çok büyük katkıları olmuştur. Annem ve dayımı o postta anlattım. İlkokul öğretmenimi de daha önceden anlatmıştım. Öyle iyi bir öğretmendi ki hayatımı etkilediğini düşünüyorum. İlk öğretmenim o değil de şirret biri olsaydı şimdi çok daha farklı biri olurdum sanırım. Şirret kelimesinin ağır bir kelime oldugunu düşünenleriniz olabilir. Ama, çocuğu okuldan-okumaktan-kitaplardan soğutan ilk öğretmenler bilirim. Benim Gönül öğretmenim öyle güler yüzlü, ayrım yapmayan, güzel davranan bir öğretmendi ki okul ve okumak bende tutku haline geldi. Gittiği yere kadar okumak istedim hep. Ha tabi sonradan büyüklerimiz yoluma taş koydu ama olsun, vazgeçmiş değilim.
İstanbul trafiği kitap okumaya çok müsait :) Dakikalarca hatta bazen saatlerce trafikte kalındığı için, otobüste,vapurda,tramvayda,trende kitap okuyan kişilerin çokluğu dikkat çekiyor. He tabi, kitap okuyor görünmek için okuyanlar da var. Yada popülerizmin kurbanı olup da, kitaptan anlamadığı halde popüler olan bir kitabı okumamış olmak için okuyanlar da var. Mesela Elif Şafak'ın Aşk kitabı isimli kitabı. Yada Zar Adam, Olasılıksız, Da Vinci Şifresi, Kayıp Gül vs alakalı alakasız birçok insanın elinde gördüğüm kitaplar. Gerçekten ilgi alanına girdiği için yada merak ettiği için okuyanlar da var elbet. Ama, gündemde olduğu için o kitabın okunması gerektiğine inanıp da 10 saatte 3-5 sayfayı anca okuyabilen insanlar da çoğunlukta. Neyse efendim, okusunlar da varsın öyle okusunlar :)
Bundan kelli ben de okuduğum kitapları eş zamanlı olarak bloğumda paylaşıp sizlerin o kitap hakkında fikir edinmesine acizane katkıda bulunmak istedim. Öncelikle de evvel zaman içinde okuyup da etkilendiğim, çok beğendiğim birkaç kitapla başlayayım işe.
Mesela şu kitap:


Ve şu kitap:


Osmanlı tarihine, dayımdan dolayı hep büyük ilgi duymuşumdur. Yavuz Bahadıroğlu romanlarıyla büyüdüm diyebilirim. Büyüdükçe romanların yanısıra tarihi araştırma-inceleme kitaplarına el attım. Fakat çoğu tarih kitabı sıkıcı oluyor, yalan yok :) İşte o zamanlarda tarihi romanlar insanı tekrar tarihe merak saldırıyor. Yukarıdaki ilk kitap Sultan V. Mehmed Reşad'ın döneminde şehzadelere, sultanlara ve saray halkına mürebbiyelik yapmış olan bir hanımefendinin dilinden ve elinden dökülenleri anlatıyor. Saraydakilerin nasıl bir terbiye ile yetiştirildiğini, padişah kızı/oğlu da olsalar hocalarına karşı en ufak bir saygısızlık yapmadıklarını bilakis yaparlarsa cezalandırıldıklarını, saraydaki en küçük görev sahibinin bile hem saraydayken hem de saraydaki iş hayatı bittikten sonra dışarıda yaşamaya başladığında asla ihmal edilmediğini, korunup gözetildiğini, padişahların hiç de anlatıldığı gibi her gördüğü cariyeye asılan insanlar olmadıgını gayet güzel bir şekilde gözler önüne seriyor.
İkinci kitap da, Sultan Abdülhamid'in kızının anlattıklarını içeriyor. Abdulhamid'in halkı için ne büyük fedakarlıklar yaptığını, birçok olumlu yeniliği ülkeye ilk onun getirdiğini, yine saray hayatının aslında o kayatı hiç yaşamamış olanların dışarıdan bakarak biraz da kıskançlıkla uydurdugu gibi kötü olmadığını, sadece müze olarak gördüğümüz Topkapı, Yıldız gibi sarayların aslında birer "ev" oluşunu, bir "aile"nin sırlarını içinde nasıl barındırdığını. duvarların dili olsa da anlatsa dediğimiz şeyleri o"ev"de yaşamış olan o "aile"nin kızından dinliyor/okuyoruz. Beni etkileyen kitaplardan biridir. Vatanının bir karış toprağını vermemek için birçoklarının gözünde ne yazık ki Kızıl Sultan yaftasına layık görülen yüce bir padişahın zor şartlar altındaki hayatını ilk ağızdan okumak tüylerimi diken diken etti her sayfada.
Ve bir de şu , şu ve şu var.
Evet ben bir Sultan Abdulhamid hayranıyım.
Eklemek istediğim birşey daha var. Başka bir iskelede de var mı bilmiyorum ama Kadıköy'de Eminönü vapur iskelesinde bir kitapçı var. Ağırlıklı olarak Kültür A.Ş. kitaplarını satıyorlar. Ama güncel birçok kitabı da bulmak mümkün. Taksit de yapıyorlar. Oradan almak istediğim birkaç kitap var İstanbulla ve Sultan Abdulhamidle ilgili. Ama her biri en az 50 TL oldugu için henüz alamadım :) Hele de şunu çok istiyorum. Keşke bu kadar pahalı olmasaydı :((( Yolunuz düşerse girip kitaplara bir göz atmanızı öneririm.

20 Şubat 2010 Cumartesi

MİM :)



Blogların olmazsa olmazlarından galiba bu mim şeyisi :) Yada işte bloggerların birbirini tanıma çabası, sorularla da olsa. Gerçi ümmühan beni oldukça iyi tanıyor ama sorular çok zor oldugu için uyuzluk olsun diye mimledi galiba :P
Sorulara göz attım da, nasıl cevaplayacam yahu ben bunları :S Bir başlayayım bakalım, gelir belki devamı. Ümmühan öyle söyledi :)

1. Sizi mimleyen kişinin linkini verin
Verdik işte yukarda yaa, bi daha ne soruyosunuz :Pp Tamam tamam veriyorum: Ümmühan'ın Sultan Sofrası :)

2. Çocukluğunuzda anne ve babanızla (yada aile büyükleri) yaptığınız ve sizi siz yapan şeylere katkısı olan bir olay veya bir aktivite...ve hangi yönünüze katkısı oldu?
Hmmm... Dayımın ve annemin bana kazandırdığı bir alışkanlık var. Ve ben bunun bütün hayatımı gerçekten de etkilediğini düşünüyorum. Kitap okumak. Dayım ilkokuldan itibaren harçlıklarını kitaba yatıran bir tarih öğretmeni. Hemen hemen hepsi tarihle ilgili olan o kadar çok kitabı vardı ki... Hele o tarihi romanlara bayılırdım! Üniversitedeyken de ödevlerini bana yazdırırdı uyanık :) Ama o bile okumayı bu kadar seviyor olmama katkı sağlamış oldu diye düşünüyorum.
Ve tabi annemin, henüz ilkokula bile gitmediğim zamanlardan itibaren bana kitap okuması ve okutmasını da es geçmemem lazım. Hey gidi...

3. Çocukken oynamayı en sevdiğiniz oyun ve oyun aparatı neydi?
Bunu pek hatırlamıyorum açıkcası. Ama içimde ukde kalan oyuncağı sorsaydınız, oyuncak bebek derdim :) İlk oyuncak bebeğime, ilkokul son sınıfta sahip oldum sanırım. Ondan önceki ilk ve tek bebeğimi babam yakmıştı :( O bana hep arabalar falan alırdı. Şimdiki akülü arabaların aküsüzlerinden, vinçler, kumandalı arabalar... Yaa şimdi böyle deyince, babamı kötü sanmayın, çok şeker bi babacıktır o :) Ama kendine göre sebepleri vardı işte onun da...

4. Çocukluğunuz veya ilk gençliğinizle ilgili keşke daha farklı olsaydı dediğiniz bir durum?
Keşke lise hayatımın kıymetini o zamnlar bilseydim. Ve keşke süt ürünlerini ve soğanı yiyebiliyor olsaydım.

5. Sokakta oynar mıydınız? Neler oynardınız?
Valla pek hatırlamıyorum ama ağaca tırmanmayı dener
tırmanamazdım :)

6. Çocukluk veya ilk gençlikle ilgili iyiki böyle olmuş dediğiniz bir olay?
Lise seçimim.

7. Varsa çocukluk dönemine ait bugünü etkileyen bir olay veya anı...
Hatırlayamıyorum.

Çok fazla kişisel bilgi isteyen mimleri cevaplamamayı düşünüyorum, kırılmazsınız dimi, gün olur da bana öyle bir mim yollarsanız :)

Ben de Ayşegül'ü, görümcüğümü ve Sarhoş Kedi'yi mimleyeyim bari, adettendir :) Cevaplamak istemeyene kırılmam :)

Not:Fotoğraf alıntıdır.

Ben Hergün Bu Güzellikleri Görüyorum-1





Evet evet, ben vapurlara hakikaten aşığım!

18 Şubat 2010 Perşembe

Cici Hediyem :)


Blog dünyasına katıldıktan sonra severek takip ettiğim yeni bloglar keşfettim. Onlardan biri de bir kedinin bloğu :)
Her zamanki gibi öööyle blogdan bloğa atlarken ismi dikkatimi çekti. Ben kedileri çok severim, bunu bilmeyen yoktur çevremde. Gördüğüm her kediye saldırırım :P Zavallılar çok çekiyor benden :D Neyse işte, baktım kedili medili birşeyler yazıyor gireyim bi hele dedim, giriş o giriş :P Takip etmeye başladım. Sonra bu kedicik fimo hamurlarına merak saldı. Cicikler yapmaya başladı ve pasajda bir tükan açtı :) Gel zaman git zaman, yaptığı küpelerden birini okuyucularına hediye edeceğini bildirdi ve o şanslı kişi ben oldum :) Yukarıda gördüğünüz elma küpeler önceki gün ulaştı elime. Minicik çok şeker bir şey :) Buradan tekrar teşekkür ediyorum kendisine efem :)

Kediciğin çeşit çeşit meyve ve pasta-börek şeklindeki gerçekçi takılarına sahip olmak isterseniz, bloğumun şu sağ tarafında bir yerde dükkanının linki var, oraya iki tık şeyederseniz dükkanda dolaşmaya başlayabilirsiniz :) He bu arada yanlış anlaşılmasın, ben o dükkanı bloğuma hediyeden önce eklemiştim. Şimdi "Vay kadına bak, hediye aldı diye reklam yapıyo." falan demeyin. Diyenin saçını başını yolarım :P

Bu fotoğrafın konuyla uzaktan yakından alakası yoktur :) Küpenin fotolarını çekerken bu tabak da oradaydı, iki çeşit nikah şekerim, kurutulmuş gül yaprakları falan var içinde. Tabak da rahmetli kayınvalidemin teee Alamanyalardayken aldığı ve çocukları için sakladığı, söz zamanımızda bana layık görerek çikolata tabağı olarak bize getirdiği tabaktır. Birer fatihayı esirgemezseniz sevinirim.

Her zamanki notum: Fotolar güzel çıkmadıııı :) Gece ve tripodsuz çektim ya, ondan valla :D

17 Şubat 2010 Çarşamba

"BEN" !

Konuya pat diye girmiş olacağım ama ben bir karar verdim. Şimdi bunu yazarken bir karar daha verdim ve bugün iki karar birden vermiş oldum, bir hafta yeter bu bana :P
İlk kararım şu: "Amaaaann banane yaaa, kim n'aaparsa yapsın, alemin derdi beni mi gerdi, milletin aklı yok mu da ben akıl vereyim..." vs vs demek istiyorum artık. "Aman o üzüldü mü, aman şu kişi kızdı mı, aman şöyle yaparsam nolur yapmazsam nolur?" Sonuç ne? Kafama taka taka acayip bişey oldum çıktım. Ben "ben"likten uzaklaştım. Kendim değilim artık sanki. O üzülmesin diye şunu yap, bu kızmasın diye şunu şunu yap. Üfff daral geldi. Bana zararı olmadıktan sonra yaparım aslında. Sevmem, insanları (hele de sevdiğim insanları) kırmayı-üzmeyi-kızdırmayı. Ama onlara zarar gelmesin diye yaptığım yada yapmak istediğim şeyler bana zarar veriyorsa hiç umrumda olmayacak bundan sonra. Bunun adı bencillik mi bilmiyorum. Ama değildir herhalde. Bencillikse de umrumda değil.
Ben zaten herşeyi kafasına çok takan bir insanım. Vicdanımı rahatsız eden birşey yaptığımda gülerce düşünür dururum. Yapmasa mıydım ki diye. Vicdanımı rahatsız eden dediysem de öyle çok kötü birşey falan değil, çoğu kimsenin normal bi şekilde verdiği bir tepkiyi verdiğimde mesela. İçim içimi yer. Tüh, üzüldü mü ki, yada kızdı mı ki? Düşün düşün düşün, bi şekilde bir yerimden patlak veriyor sonra bu kafaya takmalar. İş zaten yeterince stresli. E bir de evde yada akrabalarla ilgili huzursuzluklar çıkınca görmeyin halimi. Bu ara vücudumda yara gibi birşeyler çıktı. Strestenmiş. İlaç milaç verdi doktor. Üfff böyle derdimi anlatıp milleti de boğmak istemiyorum aslında. Ama içimde kala kala iyice büyüyor. Beynimde karmaşaya dönüşüyor. Zaten kendi beynim diye söylemiyorum, çok doludur kendileri :P Bi de böyle sıkıntılarla doldurunca patlayacak gibi oluyor. Otobüste vapurda ve eve gidince gözlerimi açamıyorum. Hep bi uyuklama ve can sıkıntısı hali. Aylardır gezmeye bile çıkamadım. Pazar günü parmağım bile kıpırdamıyor nerdeyse. öyle bitkin oluyorum, sanki inşaat işçisiymişim de hafta boyunca tonlarca yük taşımışım gibi. Halbuki işim masa başı bir iş. Ama demek ki, beden gücü gerektiren işleri yapınca yorulunmmuyormuş sadece, kafa patlatmak daha da yoruyormuş insanı. Beden yorgunluğunda, birkaç saat yada işte bir iki gün yat uzan, o yorgunluk gider. Ama beyin yorgunluğu geçmiyor öyle kolay kolay. İş yerinde yapman gereken bir sürü hesap kitap işi vardır, evde yemek yoktur ortalık dağınıktır. Haftasonunu dört gözle beklersin (haftasonu dediysem sadece Pazar günü), evde durup az biraz işimi gücümü halledeyim dersin ama dört bir yandan sitemler gelir "Vay efendim bize gelmiyonuz da, bizi sevmiyonuz mu, vefasızsınız da bilmem ne" ıdı vıdı dıdı mıdı :S Yaa ben seni niye sevmeyeyim, niye vefasız olayım? Ben evimde biraz kafa dinlemek istiyorum. Yada bi dışarı çıkıp deniz havası almak istiyorum. Aylardır işe yada akrabalarımızdan birine gitmek haricinde dışarı çıkmadım yaa. Mesela Çengelköy Çınaraltı'na

gidip, şu masaya oturup

şu yiyecekleri

ve nicesini yiyip karnımı doyurduktan sonra, şu manzara eşliğinde

saatlerce öyle boş boş durup sağı solu seyredip eve gelmek istiyorum. Ha yine yaparım belki ama tembellik de var bende. Bazı hanım ablalarım gibi eşimin de yardımıyla işleri çabuk çabuk halledip kendimi dışarıya atamıyorum. Bu hem biraz tembel oluşumdan hem de bünyemin zayıf oluşundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
Sıktım canınızı dimi? Belki de yayımlamam bu postu. Ama şu an okuyorsanız zaten yayımlamışım demektir :) Böyle dert yanmak, derdi olan için iyi güzel ama derdi dinleyen için pek öyle olmuyor. Dert ve olumsuzluk aktarımı yapmış oluyoruz. Hani fen derslerinde görmüştük ya, elektronlar mı ne birbirine geçiyodu etkileşiyordu falan. Hani elimiz soğuksa, sıcak bişeyi ellediğimizde elimiz ısınmaya, o sıcak şey de az biraz soğumaya başlardı ya. Dert anlatımının da böyle oldugunu düşünüyorum. Ben derdimi aktarıyorum sana, belki biraz rahatlıyorum ama bu sefer sen doluyorsun gibi işte. Bu post burada biter o zaman.
Fotolar alıntıdır.

( İman zayıflığı? )

...

15 Şubat 2010 Pazartesi

Cevizli/Fındıklı Islak Kurabiye


Yemek, pasta-börek vs yapmayı pek severim. Ama ah işte iş güç bilmemne derken epey boşladım 1-2 yıldır. Gerçi zaten 2 yıldır mutfağa giriyorum, onu da 2 yıldır boşlamışım nasıl oluyosa :P Tamam işte, 2-2,5 yıldır evliyim, bunun yarım yılı işsiz bi şekilde evde oturup iş aramakla ve evliliğe alışmaya çalışmakla geçti. İlk günler yalnız kalmaktan da çok korkuyordum. Sabah eşim işe giderken ben de uyanıyor, kahvaltı hazırlıyordum. Sonra o işe gidince ben ortalığı sil süpür, yemek yap, Tv'nin karşısında uyukla moduna geçiyordum :) Evde de pek iş olmuyordu zaten. Öğlene kadar bile sürmüyordu bazen işlerimin bitmesi. Sonra işte önce portakal ağacını keşfettim ve oradaki tarifleri denemeye, yemek yapmayı öğrenmeye başladım. Eşim de ben de çoktan da çok sevdiğimiz için yeme olayını, ben nerdeyse hergün yeni birşeyler yapıp kendimi aşıyordum :P Sonra işte diğer blogları falan keşfetmeye başladım derken iş hayatım da başladı. Eşim ilk zamanlar bana yardım ediyor oldugu için ben yine tek tük de olsa yeni tarifler denemeye devam ettim. Ama şu geçtiğimiz bir yılda Pazar günleri tembel-aylak uzanmaktan başka birşey istemez oldum. Amaaan neyse. Takip ettiğim bloglardan biri de Birsence tabi :) Hatunun maşallahı var, yapıyo da yapıyo anacım :) Kilo durumları nasıl diye merak ediyorum. İnsan öyle güzel şeyleri yapınca yemeden duramıyordur herhalde,ben duramıyorum da :D İşte efemm, onun tariflerinden birini denedim geçen gün. Geçen gün dediysem, ben diyeyim iki haftaaaa,siz deyin üç hafta önce :) Tarifin orijinali Fıstıklı Islak Kurabiye. Ama ben fıstık almayı unuttuğum ve buzdolabında ezilmiş "birşey" bulduğum için adını başlıktaki gibi yaptım :) Çünkü, bulduğum şey ceviz mi fındık mı bilemedim :) Onu da bir yıl önce falan annem getirmişti :) Ayy çok uzattım, ben tarifi vereyim de siz de deneyiverin gaaari :)


MALZEMELER:

1 paket margarin (ki ben daha az kullandım)
2 tane yumurta
1 su bardağı toz fıstık (yada toz fındık yada toz ceviz :) )
1 çay bardağı sıvıyağ
1 çay bardağı pudra şekeri
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
Aldığı kadar un

Şerbet Malzemeleri:
1 su bardağı tozşeker
2 su bardağı su
1-2 damla limon suyu

YAPILIŞI:

Şerbeti kaynatıp limonunu ekleyip soğumaya bırakalım.
Un,vanilya ve kabartma tozu hariç diğer malzemeleri iyice yoğuralım. Sonra un, vanilya ve kabartma tozunu ekleyip o meşhur kulak memesi yumuşaklığında yoğuralım :)Minik toplar yapıp yağlanmış tepsiye dizelim. 175 derecede ısıtılmış fırında pişirelim. Fırından çıkarıp sıcakken soğumuş şerbete batıralım. Şerbette 2-3 saniye kadar bekletip servis tabağına alarak afiyetle yiyelim :)


Tabi fotolar yine berbat ama valla bizim ev teras katı olduğu ve beyaz ışık değil de spotlarla donanmış oldugu için her daim karanlık olmasından dolayı böyle şeyoldu yani bu sefer :) (Kıvırabildim mi?) :P

14 Şubat 2010 Pazar

( ALINTI )

Birinin Kadını Olmak İstiyor Canım

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak...

Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna"larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda "günaydın sevgilim" mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...

Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum "neredesin" diye, "Hımm kim aradı bakayım" diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!

"Biliyo musun ne oldu?" ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. "Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bi de sonunda...

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!

Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!

Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...

Çekirdek mutlaka olsun!

12 Şubat 2010 Cuma

Bir Muhasebecinin Anatomisi :P


Ahh ahh dostlar, gülerim ağlanacak halimeee. Bugün kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Parmak kıpırdatacak halim yok. Şu postu bile kelime kelime yazıyorum. Üstüne üstlük yapılacak yığınla iş var:( Cuma günleri yoğun oluyor işim. Şaftım kayıyor tabiri caizse. Ama yine de yapıyorum sonuçta. İşimi sevdiğimi defalarca söylemiştim zaten. Ama bugün hiçbir şey yapasım yok. Uyumak yada dışarı çıkıp boş boş gezinip hava almak istiyorum biraz. Masamın şuanki halini Bİ görseniz! Fotoğrafını çekeyim de akşam ekleyeyim buraya. Yukarıdaki muhasebecilik evresinin 6. aşamasındayım valla :D
(Aradan saatler hatta bir tam gün geçer... )
Ohhh, dünü atlattım şükürler olsun ki. Bugün de var yoğunluğum aslında ama dünkü kadar olmadıgı için daha rahatım. Masamın fotoğrafını çektim sizler için ama bilgisayara atmayı unuttum :) Boşverin, korkardınız zaten :P
Bu aralar peçete halkalarına falan taktım, biliyorsunuz. Birkaç arkadaşım da çok beğendiği için sipariş verdi. Aslında hiç de yapıp satma gibi bir düşüncem yoktu. Tamamen deneme amaçlı, stresten uzaklaşmak için ilgilenilecek bir uğraş olarak başlamıştım yapmaya. Keyifli butik sahibi Nur Hanım'ın yaptıklarına özenerek :) Ama o kadar zevkli birşeymiş gibi, hep yapasım geliyor. Eminönü'nde çalıştığımdan dolayı, bu tip hobilerin malzemelerinin cennetindeyim :) Ne ararsanız var. Gerçi ben ilk önce epey bi pahalıya mal ettim. Ama gezip dolaştıkça daha uygun yerler de buldum. O kadar eğlenceli şeyler satılıyor ki. Hepsini alasım geliyor :)
Böyle güzel peçete halkaları falan yapınca, bir de güzel masa örtüsü-peçetelik-runner takımı da yaptırayım dedim. Tekstil firması olduğumuz için ana malzeme bol :D Sipariş veren arkadaşlarımdan biri de takım istedi. Ben de gözümün önünde dursunlar diye birkaç kumaş fotoğrafı ekleyeyim buraya bari :)




Şu tülü de çok beğeniyorum., evime yaptırasım var, bana yeni masraf çıkartsın diye ekleyeyim şuraya ve gördükçe iyice hevesleneyim :D

Ay bi de tül-perde modelleri ekleyeyim de reklamımız olsun bari :D





Fotoğraflar cep telefonu ile çekildiği için biraz bozuklar, kusura bakmayın. Gerçi ben fotoğraf makinası ile çekince de aynı oluyor, öğrendiniz artık, heheh :))
Heee bir de, Nur Hanım hediye paketlerimi görmek istemişti, birini ekleyeyim, hocam sayılır kendileri :)


Hadi görüşmek üzere sağlıcakla kalınız efem :P

9 Şubat 2010 Salı

UN KURABİYESİ

Sevdiğim ve keyifle okuduğum bazı bloglar var. Bir tanesi de anne ve bebişi :) Blog sahibi ve MK'nın annesi Esra Hanım'a da hayranım zaten. Herşeyi oluruna bırakması, evin dağınıklığı gibi beni çıldırtan bazı konuları hiç kafasına takmaması, burada göründüğü kadarıyla hayatı doya doya dolu dolu yaşıyor olması ve özellikle de çocuk yetiştirme tarzı gerçekten çok hoşuma gidiyor. Birgün benim de çocuğum olursa, örnek alacağım annelerden birisidir kendisi. MK da ayrı bir alem zaten :) Sağlıklı ve huzurlu bir çocukluk geçiriyor gibi görünüyor buradan bakınca. Maşşallah diyeyim de nazar değmesin :) Hep böyle olsunlar inşallah.
Şimdi ben Esra Hanım'ın bloğundan neden bahsettim? Dünkü yayınladığı yazıda, un kurabiyesi tarifi aradığını söylemişti. Benim de bir tarifim var. Gerçi onca güzel yemek bloğu varken benim haddim sayılmaz pek ama olsun :P Bu kurabiye gerçekten çok hoşum(uz)a gidiyor ve pastanelerdeki kurabiyeler gibi oluyor tadı. Üstelik missss gibi de vanilya kokuyor. O yüzden koymak istedim tarifini. Yaklaşık iki yıldır falan yapmıyorum gerçi :D Acemilik zamanlarımda netten bulduğum bir tarif. Sanırım portakal ağacıydı. Fotoğraf da teee o zamana ait zaten :) O zamanlar fotoğrafın sadece "F"sini biliyordum, yani deklanşöre basma kısmını :P Gerçi şimdi de anca "O"ya geçebildim :P O yüzden fotoğrafları kötü, ikisinde de poz aynı poz ama karanlık vs. He şimdi çeksem süppper mi olurdu? Olurdu tabi, desem de inanmayın :Pp Çok uzattım, alın size tarif :D



MALZEMELER:

1 paketin 3/4'ü kadar margarin (oda sıcaklığında)
1 çay bardağı fincanı sıvıyağ
3 kaşık pudra şekeri+1 çay bardağı pudra şekeri üzeri için
4 kaşık buğday nişastası
Alabildiği kadar un (4,5 - 5 bardak)
1 paket vanilya


YAPILIŞI:

Yağları ve pudra şekerini iyice karıştırıyoruz. Krema kıvamında oluyor. Daha sonra un, nişasta ve vanilyayı da ekleyip hamurunu yoğuruyoruz. İstediğiniz şekli vererek 160 derecede önceden ısıtılmış fırında üzeri beyaz kalacak şekilde pişirip, üzerine pudra şekeri serpip servis yapıyoruz :)

6 Şubat 2010 Cumartesi

Bunlar Da Diğer Ciciler :)

Bakııııınnnn düzgün bir kolaj yaptım :D Gerçi sanki kenarları kesilmiş gibi sağdan sağdan :) Neyse... Onu da öğrenirim birgün :D

5 Şubat 2010 Cuma

Cicileeerrrr :)

Salı günü yayımladığım postta "Bilin bakalım ben ne yapıyorum?" demiştim. Aslında biraz daha bekleyecektim söylemek ve göstermek için ama dayanamadım işte :P Hem sabırsızım hem de ayran gönüllü oldugum için bu yaptıklarımı yapmaktan her an vazgeçebilir ve bu postu yayınlamayı da uzuuuun bir müddet erteleyebilirdim :) İşte ben bunu yaptıııımmm:


Peçete halkalarını Nur'un keyifli butiğinde keşfettim önce :) Öyle cici şeyler yapmıştı ki hemen heveslendim tabi :) Gittim ve salı günkü postta fotoğraflarını koyduğum güzellikleri aldım. Sonra oturdum bunları yaptım işte :) O kadar hoşuma gitti ki, pasajda bir dükkan açtım :) Mutlaka uğrayın :P Orada beyaz bir model daha var. O modelin fotolarını da koyacağım buraya ama şimdilik durması gerekiyor. Çünkü Onları yaptığım arkadaşıma sürpriz olacak :) Bloğa eklersem hemen görebilir ama pasaja bakmayacağına söz verdiği için görmeyecek :)


Bakalım bu heves ne kadar sürecek :) Arkadaşımın siparişini bitirene kadar hevesim geçmese bari :D


Siz dükkanımda güzel güzel gezinin, ben de bu cicileri yapmaya devam edeyim. Hadi bakalım kirazseverler, görüşmek üzere hoşçakalın :D

4 Şubat 2010 Perşembe

Yarim İstanbul... Gel Öpeyim Gerdanından...

Saçlarını dağıtır rüzgar
Yeditepe üzerinden
Hatıralar tarihin küllerini savurur



Kadın gibi, kısrak gibi
sarılayım gel ince beline
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından


Tüketilmiş yaşanmamış
Hediyelik hayatlar, ah bu evler,
Pencereler bu kapılar, sokaklar



Hüzün gibi, sevinç gibi,
Eskitilmiş zamanlar
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından



Minareler uzanmış gökyüzüne bağırır
Kara sevdan nerelerden
Yüreğimi çağırır?


Dua gibi, büyü gibi ezberledim hasretini
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından