26 Aralık 2010 Pazar

Benim Neyim Eksik, Buyrun Aşureye :)


Malumunuz oldugu üzere (yada malumunuz oldugunu varsaydığım üzere :P ) Muharrem ayı içerisindeyiz. Ve bu ay içerisinde bir aşure günümüz var. Geçen haftaydı. Yani Muharrem ayının 10undaydı. Size şimdi uzun uzun Muharrem ayının ve aşure gününün hikmetlerinden bahsetmeyeyim. Zira birçok blogda benim bahsedebileceğimden daha güzel bir şekilde bahsedilmiş durumda. Hala okumadım diyorsanız; sizi şuraya, şuraya, şuraya alayım :) "Bunlar yetmez, daha da isterim" diyorsanız da şuraya mutlaka gidin derim :)


Eh ben artık ufaktan ufaktan sadede geleyim. İlk aşuremi geçen yıl yapmıştım. Önceleri bana öyle karmaşık gelirdi ki bu aşure işi, annem yaparken bile bakmadım hiç. Kafamı yormak istemedim yani :) Ah bileydim bu kadar kolay ve zevkli bir iş oldugunu, evlenmeden önce de evde her aşure yapıldıgında ben yapardım :) Bu aşure denemesine de yine eşimin etkisiyle başladım. Neredeyse her tatlıyı çok sevdiği gibi aşureyi de tabak tabak yiyordu kendisi :) Ben de ona kendi elceğizlarımla aşure yapamamanın bedbahtlığı içerisinde kıvranıp durur idim. Netekim günün birinde -ki o gün geçen senenin aşure haftasındaki günlerden birine denk gelir- "kalk kızım, kaçış yok bundan, bizim adam milletin aşurelerini löp löp iştahla yerken ben öyle ezik ezik bakamam" dedim ve sıvadım kolları yine :)


Emin olmamakla beraber, tarifi portakal ağacından aldığımı düşünüyorum. Ama anneme de sormuş olabilirim, bilemiyorum. Bu yıl ise çeşitli sitelerden, kafamdan ve çoğunlukla da Ümmühanımın blogundan faydalandım. Sizler çoktaaaaan aşureleri yapıp tencerenin dibini sıyırıp tencereyi yıkayıp kaldırmışsınızdır bile ama olsun, ben eksik kalamazdım aşure tarifi vermekten :) Hem aşure her daim yapılabilecek bir tatlı sonuçta. Buyrun efendim, sizlere ennnnnfesss bir aşure tarifi :) Eksiklikler var diyorsanız da iletiniz lütfen :)

MALZEMELER:

Yarım kg buğday
1 su br kuru fasulye
1 su br nohut
4-5 tane kuru incir
6-7 tane kuru kayısı
1 su br kadar çekirdeksiz kuru siyah üzüm
1 paket dolmalık fıstık
Yarım kg toz şeker
1 portakal kabuğu rendesi
4-5 tane karanfil
1 nar
Tarçın

YAPILIŞI:

Geceden buğdayı ayrı tencerede, nohutu ve kuru fasulyeyi de beraber başka bir tencerede bir taşım kaynatıyoruz. Tabi buğdayı o kahverengi suyu çıkana kadar ve nohutla fasulyeyi de tozu iyice arınana kadar yıkıyoruz önce :)(Bir taşım da şu demek: Malzemeyi suyla beraber tencereye alıyoruz ve kaynadıktan 3-5 dakika sonra kapatıyoruz.) Ocağın altını kapattıktan sonra tencerelerin kapaklarını da kapatarak malzemeleri sabaha kadar o suyuyla bekletiyoruz. Sabah uyanır uyanmaz "aman da benim malzemeler ne hale gelmiş, şişmişler mi bi bakayım hele" diyerek tencerelerin kapaklarını açıp merakla bakıyoruz. Üzümleri, küçük küçük doğradığımız kayısıları ve kuru incirleri ayrı kaplarda suyun içinde beklemeye alıyoruz. Buğdayı, nohut ve fasulyeleri 3-4 parmak geçecek kadar su ilave edip malzemeler yumuşayana kadar kendi tencerelerinde kaynatmaya devam ediyoruz. Sonra nohutla fasulyeyi de buğdayın olduğu büyük tenceremize aktarıyoruz. Birbirine iyice karıştırdıktan sonra kayısı ve üzümleri de ilave ediyoruz. 5-6 dakika o şekilde kaynattıktan sonra şekeri ve portakal kabuğu rendesini de ilave edip karıştırıyoruz. 5-6 dakika da böyle kaynatıyoruz. Bir cezvede karanfilleri az suyla kaynatıp 1-2 dakika demlendirditen sonra o suyu süzerek aşuremize ilave edip yine karıştırıyoruz. Son olarak da incirlerimizi ilave edip yine 5-6 dakika kaynattıktan ve iyice karıştırdıktan sonra ocağın altını kapatıp, aşureyi kaselere koyuypruz. İnciri daha önceden eklerseniz, aşureniz koyu renk olur. Bu kötü bişey değil zevk meselesidir :) Yani kayısılarla beraber de koyabilirsiniz tabi. Tabağın üstünü de tarçın, fıstık, nar taneleriyle süsledim ben. Ama tabi ceviz, fındık vs malzemeler de ekleyebilirsiniz süslemesine. Ben aşure hiç yemedim desem yeridir. Şöyle bir tadına bakarım o kadar. O yüzden şimdi koccca bir tencere aşure, gelip de yemenizi bekliyor efem :) Haydi afiyet olsun.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Sağlıklı Dişler :)

Blogumu takip edenlerdenseniz eğer, daha önce bahsetmiş oldugum Naturalive markasını hatırlarsınız sanırım.
O yazıda bahsettiğim stick hala baş kozmetik ürünüm :) Gerçi kozmetik de denemez, zira içinde hiç kimyasal yok. Ben memnun kalıp arkadaşlara da önermiştim ve onlar da o zamandan bu yana kullanıyolar. Hatta geçen gün 3. sticklerimizin siparişini de verdik.
Kudret Hanım da o günden bu yana boş durmamış ve yeni ürünler çıkarmış. Geçen gün mailime Naturalive'den haber geldi. Beklediğim ürünü nihayet piyasaya sürmüşler. Diş Macunu!
Malumunuzdur ki diş fırçalamadan durulmuyor :) Sapsarı dişler ve kötü bir ağız kokusu tahammül edemediğim şeylerdendir. Bu yüzden, ennnn kötü ihtimalle günde bir kez mutlaka fırçalarım dişlerimi. İlkokuldan beri bize söylenen, diş macununu her fırçalamada mercimek tanesi büyüklüğünde kullanmamızdır. Çünkü diş macunu aslında çok zararlı bir maddedir. Zararlarıyla ilgili olarak şuradaki yazıları okuyabilirsiniz. Aslında en güzeli misvak kulanmak. Misvakın faydaları bilim dünyasında da kanıtlanmış durumda. Şurada da değinilmiş konuya. Fakat zor geldiğinden midir bilmem, misvak kullanma gibi bir alışkanlığımız yok. Piyasadaki bazı diş macunları misvak özü içerdiklerini söyleseler de sonuçta onlar da kimyasal içeriğe sahipler. Yani zararları faydasını silip götürmüş durumda. Ama Kudret Hanım bu konuda da derdimize derman olmak istemiş sağolsun :)

Mail adresime diş macunlarını piyasaya sürdüklerine dair mail gelir gelmez hemen verdim siparişi ve şuan kullanma aşamasındayım. Çok ferah bir kokusu ve tadı var :)
Tabii ki yine hiçbir kimyasal madde içermiyor. Bilakis faydalı olan birçok bitkisel madde mevcut içeriğinde. Linke tıklarsanız zaten okuyacaksınız ama üşenip de tıklamama ihtimalinize karşı ben buraya da yazayım :)
Misvak, karbonat ve çay ağacı özü içeriyor.
• Misvak, propolis ve çay ağacının antibakteriyel özellikleri sayesinde dişeti hastalıkları, aft(mantar) ve ağız yaralarını oluşumunu engeller.
• Ağızdaki bakterileri doğal olarak yok ettiğinden diş çürümelerini ve ağız kokularını önler.
• Misvak ve karbonat ile dişleri çizmeden beyazlatır.
• Hamilelerin ve çocukların kullanabileceği doğallıktadır.
• Uluslararası Diş Araştırmaları Derneği (IADR) ‘nın yaptığı araştırmalara göre propolis ve misvak; ağız ve diş sağlığının korunmasında etkin rol oynamaktadır.
Her halukarda diş macunu kullanıyoruz, o zaman neden doğal olanını kullanmayalım ki? Ben hep bu düşüncede olmuşumdur. Evet piyasadakilerle arasında fiyat farkı var ama 3-5 TL'yi mesela sigaraya vereceğimize sağlığımıza versek daha güzel olmuş olur. Bu tarz şeyler alırken hep 3ün 5in hesabını yaparız ama ıvır zıvır şeyler alırken de gözümüzü kapatır cüzdanımızı açarız :) Ahhh bu bizz :))
Bi konuyu da tekrar belirtmek isterim. Bu postu yazmakla hiçbir çıkar elde etmedim. Bir önceki postta künefeciden bahsederken de çıkarım yoktu. Ben beğendiğim şeyleri ve insanlara faydalı olabilecek şeyleri tanıtmakta bir sakınca görmüyorum. Herşey para değildir. Bana faydası dokunan birşeyi keşfettiğimde neden faydalarından çevremdekileri de yararlandırmayayım ki? Üstelik bunun görevimiz oldugunu düşünüyorum. Ama genelde bu işler maalesef çıkar karşılığında yapılıyor ve o yüzden çıkarsız tanıtımlar yapanlar da mimleniyor hemen. Neyse efem, ben kullandım memnun kaldım ve haber verip vazifemi yerine getirdim :) Gerisi size kalmış.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Hünkarım Pek Beğendi :)


Acaba herkes için aynı mıdır? Yemek yaptığımda hele ki bir yemeği ilk kez yaptığımda beğenilmişse zevkten 4x4 köşe oluyorum :) Beğenen kişi eşimse daha da mutlu oluyorum. Çünkü o benim eşim :) Ve boğazına çok düşkün, her yemeği her yerde yemeyen, yöresel yemekleri denemekten ve özellikle de yerinde denemekten zevk alan bir şahsiyet kendileri :) Mesela künefe yiyecek diyelim ki. Öyle her yerde yemez. Yiyeceği yerin illa ki ünlü bir yer olması da gerekmez. En iyi yapan yerde yer. Künefe demişken, bir iki ay önce müthiş künefe yapan bir yer keşfettik, ondan da bahsedeyim ben size madem :)
Künefeyi ikimiz de çok severiz. Sımsıcak halde önünüze gelir, bir parça kestiğiniz an o peyniri uzaaaaaarrrrr ve iştahınızı iyice kabartır :) Ahhh diyette olmasaydım da bi porsiyon yeseydim akaşama keşke :(( Neyse... İzmit'te bi Mahmut Usta vardır yürüyüş yolu civarında. İzmit' e gittiğimizde oradan yerdik. İstanbul'da ise Kadıköy evlendirme dairesinin tam karşısında Ekol Künefe var. Onu keşfettiğimizden beri hep orada yiyorduk. Fakat 2 ay kadar önce Ümraniye'de bir künefeciden bahsetti eşim. Hep görüyormuş ama hiç yememiş. Oraya gidelim dedi. Gittiğimizde ben içeri bile girmek istememiştim. Çünkü oldukça basit bir yere benziyordu. Güzel değildir künefesi diye düşündüm. Eşimin ısrarıyla girdik içeri. Verdik siparişleri veeeeee gözlerim faltaşı gibi açıldı! O nasıl bir tat öyle! Üstüne de maraş dondurması koydurmuştum. Bıçakla zor kestim dondurmayı, o derece Maraş dondurması yani :) Sonra konuştuk sahipleriyle. Kardeşlermiş. Kız kardeşler alt katta yapıyorlar künefeyi. Erkek kardeş de servis ve kasa işlerine bakıyor. Malzemeler memleketten geliyormuş. Künefe sevenleriniz varsa en azından bir kez gitsinler derim. Sevmeyenler de gitsin bence :) Aaaa adını vermeyi unutuyordum :) Şu linke bi bakın hele de iştahınız tavan yapsın :D Kilikya Künefe

Şimdi asıl konumuza döneyim :)
Dediğim gibi, eşim yemek yemeyi pek sever ama yemeğin iyisini yemeyi sever :) Sevdiği yemeklerden biri de Hünkar Beğendi idi. Gördükçe iç geçirirdi :) Ben de hiç yapmamıştım. "Yapayım sana" diyordum ama "yaa boşver, şimdi güzel olmazsa tutturamazsan yemem" derdi. Tabi ben de hırs yaptım :P Benim evde oldugum, onun da evde olmadıgı bir vakitte hemen kolları sıvadım. Ama nasıl heyecan ve istekle yapıyorum anlatamam :) Sonuç azzzz sonraaaaa :))
Tarifi Portakal Ağacı'ndan aldım ve şöyle yaptım:

MALZEMELER:

Beşamel Sos İçin:
3 adet patlıcan
3 kaşık un
3 kaşık tereyağı
2 su br süt
Yeteri kadar tuz

Etli Kısmı İçin:
750 gr kadar et (Ben Kurbandan paketlediğim etlerden kulandım, miktarı net bilmiyorum. Göz kararı:) )
2 diş doğranmış sarımsak
1 çorba kaşığı un
1 yemek kaşığı domates ve biber salçası (karışık)
Tuz
Karabiber

YAPILIŞI:
önce beşamel sosu hazırlıyoruz. Bunun için, patlıcanların közlenmiş olması gerekiyor. Ben patlıcanları önceden hiç fırında közlememiştim. Bu kadar uzun süreceğini bilmediğim için, bir yandan da beşamel sosu yapmaya başladım ve aksaklık yaşadım tabi :( O yüzden siz önce patlıcanları bi güzel közleyip soyun ve güzelce ezin. Blenderdan da geçirebiliriz sanırım. Közlemeyi nasıl yapacağınız size kalmış. Asıl tarifte Hatice Hn, alüminyum folyoya sarıp ocakta közlemiş. Ben alüminyum içeren ürünler kulanmamaya gayret ettiğim için o yöntemi kullanmadım. Patlıcanları yağlayıp birkaç yerinden bıçakla delip fırına attım. Ama uzun sürdü işte.
Patlıcanları hallettikten sonra, un ve tereyağını bir tencerede kavurun. Kokusu çıktıktan sonra sütü yavaş yavaş, yedire yedire ekleyin. Tuzu da ekledikten sonra patlıcanlarla karıştırıp bir borcama alın.
Bir yandan da etiniz pişiyor olsun. Bunun için, etler suyunu çekene kadar çok az sıvıyağla pişirin. Piştikten sonra bir kaşık ununuzu ekleyip karıştırın. Sonra sarımsakları, salçayı, tuz ve karabiberini ekleyin. Eti de ayrı bir borcama koyun.
Servis aşamasında, tabağa sosu koyduktan sonra eti de sosun tam ortasına koyarak ikram edin.

Ben tabağa koyduğum anda eşim yemeye başladı. İlk lokma tereddütle yenilmiş olsa da diğer lokmalar öyle hızlı yendi ki "dur fotoğraf çekicem" dememe bile aldırmadı :) O yüzden fotolar böyle yarım :)) Tabak hızla boşalmaya devam ederken yani zor şartlar altında çektim bu fotoları. Yani bu seferki fotoğraf bahanemi bulmuş oldum, hahahah :))
Seviyorum siziii, haydi afiyet ola :D


Not: Sosun içine biraz kaşar peyniri rendesi yada mozzrella peyniri de ekleyebilirsinizz Daha güzel olur belki :D

14 Aralık 2010 Salı

Nasıllar?








Beğendiniz dimi? Özgüvene bakar mısınız :P :))
Beğenenler parmak kaldırsın ve ŞURAYA bi baksın :)

...

Çizgilerle dolu ellerin yüzün, 30'unda mısın 40'ında mısın...

5 Aralık 2010 Pazar

İrmikli Nefissssss Tatlı


Ben de yemek bloğu gibi oldum ayol :D Üstüste tarif ekleyerek kendi rekorumu kırmışım da haberim yokmuş heheh :) Geçen gün yayınladığım soframdaki tatlının tarifini de vereyim dedim.
Önceleri, blog dünyasını henüz tam anlamıyla keşfetmemişken takip ettiğim sınırlı sayıdaki blogdan biriydi yeşilkivi. Sütlü tatlılara ağırlık veren bir yemek sitesi oldugunu düşünüyorum ve tarifleri de hakikaten güzel oluyor. Bu tatlıyı da yine yeşilkivi.com'da görmüş ve ilk olarak bir iftar soframda denemiştim. Ve çok hoşuma gittiği için sık sık yapmaya başladım. Yani sık dediğim de senede 2-3 kere :D E tembel bir hanım oldugum için, bu sayı bana göre sık oluyor tabi :P
Neyse, ben kendimi daha fazla batırmadan tarife geçeyim dimi :) Siz fotolar için yine tarifi aldıgım siteye bakıverin :) Benimkiler hep karanlık hep karanlık :(


Malzemeler:
1 kg süt
11 yemek kş irmik
10 yemek kş tozşeker
1 paket vanilya
1 paket piknik kakaolu bisküvi
1 su br hindistancevizi
isteğe bağlı olarak bir yemek kş tereyağı

Yapılışı:
Süt, irmik ve şekeri bir tencerede kaynatın. Siz de benim gibi tencere yıkamaya üşenenlerdenseniz, teflon tencere tercih edin :) Kaynadıktan 1-2 dakika sonra ocaktan alarak vanilya ve tereyağını ekleyerek iyice çırpın.
Ben borcam ölçülerini bilmem ama küçük bir borcamı suyla ıslatıp üzerine hindistan cevizini yayın. Tatlı dilimleriniz ince olsun istiyorsanız daha geniş bir borcam kullanabilirsiniz. Tarifin orjinaline baktıysanız eğer, 20x20 ölçülerinde tepsi kullanılmış. Hindistancevizinin üstüne muhallebinin yarısını boşaltın. Onun üstüne, ufaladığınız bisküvileri döşeyin. Kalan muhallebiyi de bisküvilerin üzerine döküp ıslak kaşık yardımıyla düzgünce yayın. Kaşığı sürekli ıslatarak yayıyorum muhallebiyi. Yoksa kaşığa yapışıp bisküvilerle beraber kalkıyor.
Dışarıda ılıttıktan sonra buzdolabında soğutun ve üç-beş dilim yiyin :) Afiyet olsunn.


Not: Ben yine diyete başladım ühüüüü :(
:P

25 Kasım 2010 Perşembe

Tahinli Kurabiyeyi Bir De Ben Yapayım Dedim :)

Yemek yapmaktan hele de yeni tarifler denemekten çok keyif alırım. Bunda burcumun da etkisi var sanırım. Boğa burcuyum. Yemek yapmayı da yemeyi de severim yani :) Ama öyle pat diye yapamam bir tarifi. Bi kere evim toplu ve temiz olacak. Yapacak başka birşey olmayacak ki kafam ona takılmasın. Zaten bu yüzden şu sağ altta görmüş oldugunuz "denemem gerekenler" listesi uzayıp gidiyor :D Gerçi bir iki tanesini denedim.



O listedeki denediğim tariflerden biri de tahinli kurabiye. Tarifi ilk olarak bu sitede gördüm. Daha sonra birkaç blogda daha rastladım ve artık yapmamın zamanının geldiğini farkedip koları sıvadım. Aslında sıvamadım kollarımı, çünkü kıyafetim kısa kolluydu. Hehehe iğğğrenç bir espri de yapayım dedim :P

Malzemelerde ufak tefek değişiklik de yaptım. Onu da belirteyim ve geçeyim tarife :)
Malzemeler:
1 su br tahin
1 su br sıvıyağ
1 su br pudra şekeri
1 paket vanilya
3,5 su br kadar un
1 kaşık kadar pekmez

Yapılışı:
Tahin, sıvıyağ, pudra şekeri, vanilya ve pekmezi karıştırın. İyice karıştıktan sonra yavaş yavaş unu ekleyin. Un kurabiyesi kıvamına getirin hamuru. Sonra yuvarlak şekil verip tepsiye dizdikten sonra 175 derece fırında üzerleri hafif kızarana kadar pişirip bayıla bayıla yiyin :)



Gördüğünüz üzere benim kurabiyeler, asıl tariften farklı olarak kahverengimsi oldu. :) Pekmez katmasanız da olur yani. Asıl tarifteki gibi ceviz falan da eklenebilir tabi.
İşte böyle sevgili okurlarım. Evdeki bilgisayar bozuk oldugu için ve işyerinde de pek fırsat olmadıgı için blogları gezemiyorum bu ara. Gezsem de yorum yazamıyorum. Mazur görün olur mu? Haydi afiyet olsun :)

Not: Yaa tamam itiraf ediyorum. O kahverengilik pekmezden falan değil. Yaktım ben kurabiyeleri heheheh :))))) Ama naapiiimm ben unu 2,5 br koyduğum için az geldi sanırım, bi türlü pişmek bilmedi, yumuşak yumuşaktı her baktığımda. Piştiğinde de yanmıştı :D
Kaçtımmmm.

16 Kasım 2010 Salı

Bize Misafir Geldiii Oleeeyyy :P


Çalışan kadın olmanın zorluklarından bahsederek bir giriş yapmak gerekiyor aslında bu posta. Ama ben bu konudan defalarca bahsettiğim için elimi tekrar yormayayım diyorum :) Siz önceki postlarıma bakıp, çalışıyor olmanın zorluklarını okuduktan sonra devam edebilirsiniz bu yazıya, isterseniz :)
Bize pek misafir gelip gitmez. Çünkü zaten geç geliyorum işten. Boş günlerimde de anca dinleniyor yada temizlik falan yapıyorum. Tabi böyle olunca da kendimizi yalnız hissediyoruz aslında. Muhabbeti özlüyoruz. Akşamlarıyla birileriyle evde oturup çay falan içesimiz geliyor. Önceki postlarımdan birinde de bahsetmiştim sanırım, bazen karşı apartmandan birilerinin cama çıktığını görünce ben de cama çıkıp farkedilmeyi bekliyorum :) Olur da karşıdaki komşular bana laf atar da muhabbet ederiz falan diye. Durum bu kadar vahim yani :P

Geçen hafta da şeytanın belini kırıp misafir davet ettik. Eşimin de yardımıyla evi silip süpürdükten sonra soframızı da hazırlayıp heyecanla misafirlerimizi bekledik :) Eşimin halasının kızı ve eşi, eşimin erkek kardeşi ve eşi, bir de görümcem geldi. He tabi iki de bebecik :) Yani bir yaşındalar ama bebecik oluyo tabi bana göre :) Güzelce kahvaltımızı yaptık, uzuuuuuuun sofra başı muhabbetiyle beraber :) Sonra hala kızımız ve eşi gitt, biz kalanlarla devam ettik. Akşam yemeğini bile yedik :) Akşam olup onlar da gidince eşimle mutlu mesut oturup günün kritiğini yaptık ve bunu sık sık tekrarlamaya karar verdik. Evet gün boyunca işyernde de sürekli insanlarla muhatap oluyoruz ama ev muhabbetlerinin tadı başka oluyor. Aranılıyor yani.
Soframızdaki birkaç mamadan birinin tarifini verip de gideyim bari huzurunuzdan :) Gerçi tarif bile denemeyecek kadar basit ve herkesin yaptığı birşey ama olsun. Dostlar alışverişte görsün :D

Patatesli Börek
Malzemeler:
4 yufka
4 adet haşlanmış patates
1 küçük soğan
1 tatlı kş kadar salça
yoğurt
sıvıyağ
karabiber, pulbiber, tuz, çörekotu

Yapılışı:
Haşlanmış patatesleri iyice eziyoruz. Soğanı rendeleyip geniş bir tavada yağda biraz kavuruyoruz. Daha sonra salçayı da ekleyip bir iki dakika sonra patatesleri ekliyoruz. Tuz ve baharatları da serpip birkaç dakika kavurup ocağın altını kapatıyoruz.
Bir kasede yoğurtu çok az sulandırıp sıvıyağ ekliyoruz. Yufkamızın birini ikiye bölüp tezgaha seriyoruz. Yarım ay şeklinde oluyor ya, düz kısmı bize doğru gelecek şekilde seriyoruz. Üzerine yoğurtlu karışımdan sürüyoruz. Patatesi yufkanın düz kısmına boylu boyunca çizgi şeklinde koyup yufkayı rulo yapıyoruz. Daha sonra gül böreği gibi serip yağlanmış tepsimizin tam ortasına koyuyoruz. Diğer yufkaları da aynı şekilde rulo yaptıktan sonra ilk koyduğumuz yufkanın etrafına sara sara devam ediyoruz. Yufkaların hepsini bu şekilde döşedikten sonra üstlerine sıvıyağlı yoğurttan sürüp çörekotu serpiyoruz. 170-175 derecelik sırında pişiriyoruz. Pişince de her zamanki gibi oturup afiyetler yiyoruz :)
Haydi hepinize iyi bayramlar.

11 Kasım 2010 Perşembe

Ne Kadar Da Güzeller Değil Mi? :)


Bu blog işine yabancıyken yani sadece blog gezmeleri yaparken bazı bloggerların tanışıp kaynaştığına hatta kimisinin güzel dostluklar kurduguna şahit olurdum. Benim henüz öyle ilerlemiş bir dostluğum olmadı kimseyle :) Ama yavaş yavaş tanımaya başladığım ve "iyi ki tanımışım" dediğim kişiler olmaya başladı. Kimisine yazdığı yazılarla yakınlık duydum, kimisinin bebişlerine bayıldım :), kimisinin el emeği ürünlerine hayran kaldım, kimisine de öyle durup dururken içim ısındı. Tabi ki daha fazlası da var ama bunları diğerlerinden ayıran özellikler fa.cebook, Tw.itter, M.sn veya telefonla da arasıra görüşüyor olmamdır.
Şimdi ben niye anlattım bunu?
Teeeey ağustos ayında kopurcuk.com'da birinci yıl şerefine Şeyda hediye veriyordu. Ben normalde bloglarda bu tip şeylere pek katılmam. Çünkü hediye veren kişi illa ki takipçisi olmamızı ve bu hediye işini blogumuzda yayınlamamızı ister :) Köpürcük'ü de ben daha o gün takibe almıştım :) Dolayısıyla denk geldi ve çekilişe katıldım. Ve bu sevimli maymuncuğu kazandım :)

Artık onun adı Bobo ve her gece bizimle beraber y.atıyor valla :D
Sonracıma, Köpürcük'ün çok beğendiğim bir çalışması daha vardı. Eşimin yeğeni için yaptırmak istiyordum ne zamandır ama annesinden bebişin giysilerini almanın yolunu bulamamıştım :) En sonunda aldım ve Şeyda'dan o çalışmasını anı defteri olarak yapmasını rica ettim. İpek'imizin kıyafetlerini kulanarak oluşturacaktı defteri. Böylece o minik kıyafetler de defter halinde saklanmış olacak, güzel bir hatıra olarak uzun yıllar saklanabilecekti.

Şeyda defteri hazırlayıp da Bobo'yla birlikte bana ulaştırdığında, defterin beklediğimden de güzel oldugunu gördüm. Nitekim, İpek'in birinci yaşgününde hediyesini verdiğimizde de çok beğenildi. O yüzden bu post Köpürcük Şeyda'ya adanmıştır efem :) Pasajını da mutlaka ziyaret etmenizi ve çocuklarınız için gayet sağlıklı ve güzel olan ürünlerinden birer tane edinmenizi tavsiye ederim :)

Şeyda, tekrar teşekkür ederim. Ellerine sağlık.
Fotoğraflar Şeyda'nın sitesinden ve pasajından alınmıştır.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Kocaman Oldu Keratalar :)

Hatta şimdi daha da büyüdüler ve tombiş p.opolarını sallaya sallaya koşuşturuyorlar, haber vereyim dedim :)







Fotolorun kötü görünüyor olmasında bu seferki bahanem de şöyle: cep telefonumla çekildiler efem :P

31 Ekim 2010 Pazar

Tavuklu Mantarlı Krep

Yazılarıma ara vermek konusunda yeni bir rekor daha kırmadan yazayım birşeyler :)
Çok sık yemek yapmadığımı biliyorsunuz :P Bu posta konu olan yemek de teeee Ramazan'da yapılmıştır efendim. Fotoğraflar yine kötü, ahşap evimizin sarı ve loş havasından nasiplendiği için. İdare ediverin :)

Tarifi Mutfak Sırlarından buldum. Fakat malzeme miktarını artırdım. Bazı malzemelerde de değişiklikler yaptım. Tarifim aşağıda. Ama siz fotoğraflar için oraya bakın, benimkilere bakmayın :P

Malzemeler:
2 parça tavuk göğsü
10 tane kadar mantar
1 yemek kaşığı tereyağı
Tuz, karabiber, pulbiber, kimyon
Dilimlenmiş kaşar peyniri

Krep için;
Yarım litre süt
1 yumurta
1-1,5 su br kadar un
1-2 yemek kş sıvıyağ
tuz



Yapılışı:
Tereyağını eritin. Kuşbaşı doğranmış tavukları beyazlayana kadar bu yağda kavurun. Mantarları da ekledikten sonra, tavuklar iyice pişene kadar soteleyin. Tuz ve baharatlarını da ekledikten sonra ocaktan alın.
Krep için, bütün krep malzemelerini bir kapta kek malzemesi kadar akışkan olana dek hiç pütür bırakmadan çırpın. Hatta biraz daha sıvı oalbilir. Bunu elde etmek için bir miktar daha süt yada ılık su ekleyebilirsiniz. 1 yemek kş kadar sıvıyap kızdırdığınız krep tavasına bu karışımdan bir kepçe kadar döküp arkalı önlü pişirin. Kişi sayısı kada krep yapacaksınız.
Daha sonra krebin ortasına tavuklu harçtan koyup bohça şeklinde sarın. Asıl tarifte rulo yapılmış ama ben bohça şeklinde sardım. Yağlanmış borcama kreplerinizi dizip 180 derece fırında 15 dk kadar pişirdikten sonra üstlerine kaşar dilimlerinizi (rende kaşar da olabilir) koyarak, peynirler eriyene kadar daha fırında tutup servis yapın.

İşte hepsi bu kadar. Doyurucu ve güzel bir yemek oluyor. Tabi ben bi de fotoğrafları güzel çekebilseydim bunu daha iyi anlayacaktınız :) Ama alıştınız artık siz bana dimi :)
Bu aralar güzel şeyler peşindeyim ama bir müddet daha bende kalsın :) Çünkü kendimden emin değilim :P Öyle maymun iştahlıyım ki her an vazgeçebilirim o güzel işlerden :) O zaman size rezil olurum ayol :P Onun için, hele ortaya birşeyler çıkaracak kadar sebat göstereyim de bu güzel şeyler, ondan sonra tekrar görüşelim sizinle :) Haydi bakalım bu post da burada biter. Kimbilir bir daha ne zamn gelirim karşınıza :P

13 Ekim 2010 Çarşamba

Missss Gibi Bir Tuzlu Kurabiye :)


Günler bazen sıkıcı, bazen yorucu, bazen çok yorucu, bazen sıkıcı, bazen çok sıkıcı, bazen de yorucu olarak geçiiiip gidiyor. Şöyle bir düşündüm de, günler böyle geçip giderken yaptığım ekstra hiçbirşey yok. Gezmeye, hava almaya bile çıkmıyoruz nedensiz. Genelde ulaşım sorununu düşünüyoruz. Arabamız yok ve merkezi bir yerde oturuyor olmamıza rağmen maalesef otobüs sorunumuz var. O yüzden de bi yere gitmeyi düşünsek bile "aman nasıl döncez şimdi yaa" diye düşünüp oturuyoruz yine evde kös kös. Sabah kalk, koştur koştur işe git tıklım tıklım otobüslerde. Sonra akşam da yine koştur koştur vapur-otobüs-ev. Zaten saatin oldukça geç olmasından dolayı pişmanlık ve sıkıntı içinde ye alelacele hazırladığın yemekleri -ki genelde makarna-. Değişik birşeyler olsun istiyorum ama olmuyor. Hayatımdaki tek hareket arada sırada poğaça-börek falan yapmak :D

Bu kurabiyeleri de atraksiyon amaçlı yapmış olup afiyetle de yemiş bulunmaktayım :) Gelen gidenimiz, arayan soranımız da hiiiç olmadıgı için hepsini tek başıma yedim.
Lisedeyken yani bundan yıllaaaar önce sınıf arkadaşım Ümmühanlarda yemiştim bu kurabiyeyi ilk olarak. Rahmetli anneciği yapmıştı. Ve hemen tarifini almıştım. O gün bugündür sürekli yaparım. Hakikaten harika bir tadı var. Ve kolay kolay da bayatlamıyor. En azından bir kere mutlaka denemenizi öneririm. Sonra siz zaten devam edeceksiniz yapıp de yemeye :) E tarife geçeyim ben o zaman :)

Malzemeler:
1 çay bardağı süt
Yaklaşık bir su bardağı sıvıyağ
1 yumurta sarısı (beyazı kurabiyelerin üstüne sürülecek)
7 çay kaşığı tozşeker
3,5 çay kaşığı tuz
1 çay kaşığı kadar mahlep (olmasa da olur)
Kabartma tozu
Aldığı kadar un
Çörekotu


Yapılışı:
Süt, sıvıyağ ve yumurta sarısını hamur kabınıza alıp iyice karıştırın. Daha sonra mir miktar un ekleyin. Una şeker, tuz, mahlep ve kabartma tozunu ilave edin. İyice karıştırın. Kıvamına göre azar azar un eklemeye devam edin. Hamur katı bir hamur olmuyor. ama un kurabiyesi gibi parça parça da olmuyor. Göz göz olmuş bir hamur elde ediyorsunuz. Bal peteği falan gibi :) Keşke hamuru da fotoğraflasaymışım ama aklıma gelmedi :(
Hamur hazır olunca hamurdan küçük parçalar koparıp istediğiniz şekli vererek yağlanmış fırın tepsisine dizin. Üzerlerine yumurta akını sürüp çörekotu serptikten sonra 175 derece fırında üzerleri kızarana kadar pişirip afiyetle yiyin :)

1 Ekim 2010 Cuma

LÜTFEN BAKIN BURAYA LÜTFEEENNNN :)

Oturduğumuz apartmanın giriş katı boş bir dükkan. Onun altında da dükkanın bodrumu var. O bodrumun da yan tarafta demir parmaklı ve fakat camsız bir kapısı var yüksekçe. Bazen şu meraklı ve yaramaz kedi milleti mensuplarından biri o kapıdan içeri atlıyor ve bir daha çıkamayıp miyavlayarak mahalleyi ayağa kaldırıyor. O zaman da bize bir telefon geliyor "bodruma yine kedi girmiş,çıkarıverin" diye. Çünkü anahtar bizde.

Geçen gün de yine aynı şey olmuş,dayımız eşimi aramış. Kedi miyavlıyor,yine içeri girip çıkamadılar galiba, bi bakın diye. Eşim de aşağıya indi akşam. Ama gitti gelmez. Telefonunu da evde bıraktığı için ulaşamadım ve epey meraklandım. Giyinip inmeye de üşendim doğrusu :)

Bir müddet sonra yüzünde koca bir sırıtışla geldi. Meğer o miyavlayan kedi yeni doğum yapmış bir anne kediymiş :)) Ve maalesef sanırım açlıktan neredeyse baygın haldeymiş :( Eşim de markete gidip süt ve su almış. Kedi o kadar çok içmiş ki! Yazık :(

Sonra hemen ben de gittim baktım. Dört tane mini minnacık kedişşş :)) Üç tanesi simmsiyah, bir tanesi de sapsarı sarman :) Daha gözleri bile açık değil, sesleri bile çıkmıyor :) Öööyle sokulmuşlar birbirlerine sımsıkı, yatıyorlar :)

Anne kedi bebeklere hiç yanaştırmıyor. Hemen hırlıyor tıslıyor. Saldıracakmış gibi yapıyor yazık. Yemek koyuyoruz, gözü yemekte kalıyor ama yavrularını alırız diye korkup yemeğin yanına gitmiyr. Biz uzaklaşına gidip yiyor ama sürekli bizden tarafa çeviriyor kafasını :)

En son dün uğradım yanlarına. Hala gözleri açılmamış olmasına rağmen sarman olan pek hareketli :) Çok yaramaz olacak belli :)

Bugün de eşim bu fotoğrafları çekmiş. Sarmanın gözler açılmış ve nerdeyse her fotoğrafta başka bir yerde duruyor :) Elime alıp mıncıklamamak için zor tutuyorum kendimi yaa. Ama, bu kadar küçük yavrulara dokununca anne kedi insan kokusu alıp bakmıyormuş yavrulara diye duymuştum. Doğru mu bilmem ama yine de her ihtimale karşı dokunmuyorum. Ama hele bi büyüsünler azcık daha, mahvedicem onlarııı :))

Tabi şu da var: Onları hep aşağıda tutamayız maalesef :( Biraz büyüdüklerinde sokağa bırakmak zorundayız. Evde de bakamayız :( O yüzden, aranızda sahiplenmek isteyen olursa bildirsin lütfen. Şimdi ekmek elden su gölden besleniyorlar ama alışmalarını da istemiyoruz. Çünkü sokağa bıraktığımızda yemek bulmada zorlanabilirler. Belki de zorlanmazlar, sonuçta anne kedi sokak kedisiydi.

İşte böyle kedişlerin ve bizim halimiz :) Şimdilik evdeki tek konumuz onlar :) Günde birkaç kez arıyorum "yemek verdin mi?" , "napıyolar?" falan diye :) Anne kedi de amma sahiplenici hee. Kendi bebeğini öldürüp çöpe falan atan anneler nasıl yapıyorlar anlayamıyorum :(
Neyse.. Ben eşimi bi arayayım bakalım napıyo bizim sarman :) Hepinize güzel bir haftasonu dilerim. Miyuuuuwwww :))

25 Eylül 2010 Cumartesi

Heyecan, Merak, Gerilim! Güp Güp Güp :)


Sevgili takipçilerim, canlarım ciğerlerim burada mısınız hala? Hepiniz olmasa da bi kısmınız hala buralardadır yaa dimi :) Evet çok ihmal ediyorum artık blogumu, biliyorum :( Ama inanın elim değmiyor. Bi de üşeniyor muyum neyim. Aslında boş zamanlarımda hep nette oluyorum. Ama ya ekleyecek birşeyim olmuyor ve sırf yeni yazı eklemiş olmak için boş boş şeyler yazasım gelmiyor yada üşeniyorum :P Bu ara zaten twittera takmış durumdaydım. Gerçi şimdi o da sıkmaya başladı :D Ve bir de yeni keşfettiğim birşey vardı! Yukarıdaki başlık gayet iyi anlatıyor bu "şey"i :)
Bahsettiğim şey bir dizi. Sürekli duyuyordum adını ve aldığı ödülleri. Çevremde seyredene hiç rastlamadım aslında ama TV'de adı sık geçiyordu. Merak etmiyordum gerçi, tarzım değildi zaten. Ama bir gün can sıkıntısından dolayı eşimle seyretmeye başlayınca bırakamaz oldum :D Eve gelir gelmez hemen açıyordum DVD'yi yada bilgisayarrı ve en az 2 bölüm seyretmeden uyumuyordum :)

Diziciğimin adı DEXTER! Filmin kahramanının adı aynı zamanda. Kendisi Miami Metro Polis Departmanın kan analizcisi. Yani bir cinayet mahallindeki kan izlerine vs bakarak cinayetin nasıl işlendiğini, katilin nerede durdugunu, maktülün ne kadar sürede ve ne sebeple öldüğünü falan analiz eden kişi. Buna rağmen Dexter'ın kendisi de bir seri katil :) E tabi polis departmanında çalıştıgı için arkasında hiçbir delil bırakmamayı başararak işliyor cinayetlerini ve hiç yakalanmıyor. Zaten cesetleri de parçalayıp denize atıyor. Ama sadece katilleri öldürüyor kendisi. Yani kendince adaleti sağlıyor. Katil yönünü saymazsak oldukça şeker, hafif aptalımsı ve iyi bir adam :) Bakınız aşağıdaki fotoğraf:

Aslında filmle ilgili birsürü ayrıntı var tabi ki ama seyretmeniz lazım. Benim kadar geç kalmayıp da seyretmiş olanlarınız da vardır muhakkak. Ama seyretmeyenleriniz varsa da mutlaka bi başlasınlar diyorum :) Şu ana kadar 4 sezon oynamış ve ben 4ünü de seyrettim bir iki hafta içinde. Ama şunu söyleyebilirim ki ennnn beğendiğim ve heyecanla seyrettiğim sezon 4.sezon oldu. Zaten öyle bir bitirdiler ki sezonuuuu şok şok şok! 5. sezonu deli gibi bekliyorum! Bu ay yayınlanacakmış sanırım 5. sezonun ilk bölümü.
Bu yazıyı yazmak için araştırma yaparken, Dexter'ın yani Michael C. Hall beyefendinin kanser oldugunu ve tedaviyle iyileştiğini de öğrenmiş bulunmaktayım.

Ve bildiğimden daha fazla, tammm 28 ödül aldıgını da gördüm! Bunların ikisi Emmy (En iyi jenerik ve dram dizilerinde en iyi muhteşem tek kamera kullanımı) ödülleri, ikisi de Altın Küre (En iyi erkek oyuncu ve en iyi yardımcı erkek oyuncu) ödülleri.
İşte böyle... Yani bu aralar bloga vakit ayıramama sebeplerimden biri de bu Dexter işte :) Eğer siz de tavsiyeme uyup seyretmeye başlarsanız anlarsınız halimden :) Ben şimdi şu 5. sezonla ilgili biraz daha araştırma yapmaya gideyim, siz de ne yapın edin ilk bölümle bi başlayın hele bakalım :)